Derneklerimiz neden dava açamıyor?
Sağlık Bakanlığı Tarafından 14/12/2012 tarihinde yayınlanan bildiriye göre 12/07/2011 ila 12/07/2012 tarihleri arası eczanelerde çalıştığını belgeleyebilen kişilere Eczane Teknikerliği Yetkilendirme Eğitim ve Sınavı Yapılacağı duyurulmuştur.
Buna istinaden derneklerimiz bu tarihler dışında kalan meslektaşlarımızın ileride oluşabilecek kanuni istihdam iptaline karşı çalışmalar yürütmüştür. Bu çalışmalarımızda gerek Eczacı Birlikleri gerek ise Eczacı basın kuruluşları ile görüşmeler yapmıştır.
Bu görüşmeler sonucunda İstanbul Eczacı Odası tarafından 21/01/2013 tarihinde Danıştay’da dava açılmıştır. Bu dava açıldıktan sonra bazı meslektaşlarımız tarafından derneklerimize davaların neden derneklerimiz tarafından açılmadığı yönünde dayatmalar yaşanmaktadır. Derneklerimizin dava açma yetkileri ve kanuni zorunlulukları aşağıda bilgilerinize örnekleriyle sunulmuştur.
Eczane Teknisyenleri ve Teknikerleri, Sosyal ve Kültürel Gelişim Derneği
İstanbul Eczane Teknisyenleri Derneği
Danıştay’da Yürütmeyi Durdurma ve İdari İşlemler Hakkında Dava Açılabilmesi
İdare kendisine verilen görevleri yerine getirmek için işlem ve eylemler yaparken, kamu yararı ve gücünden kaynaklanan üstün yetkiler ile donatılmıştır. Bu yetkisini kullanarak bir işlem tesis eden veya eylemde bulanan idarenin bu faaliyetleri, yargı yerlerince hukuka aykırılığının tespitine kadar hukuka uygun kabul edilir. İdare, kamu hizmetlerini kamu gücü ayrıcalıkları dediğimiz üstün hak ve yetkilerini kullanarak aldığı kararlarla yürütür. Hiçbir makam veya kuruluşun izni ya da onayı olmaksızın kendiliklerinden yürütülme özelliğine sahiptirler.
İdare tarafından tesis edilen bu işlemlerden hukuka uygunluk karinesinden yararlandıklarından bu işlemlere karşı dava açılması işlemin yürütülmesini kendiliğinden durdurmaz. Kural olarak İdari işleme dava açılmasının işlemin yürütülmesini durdurmayacağı ilkesi 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu kuralın istisnası da yine aynı kanun maddesinde belirtilmiştir. Buna göre vergi mahkemelerinde, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemini durdurmaktadır.
Avrupa Toplulukları yargılama sisteminde de, iptal davası açılması, idari rejime sahip olan devletlerin hukuk sistemlerinde olduğu gibi, dava konusu idari işlemin yürütülmesini kendiliğinden durdurmaz. İdari işleme karşı dava açmanın, işlem hukuka aykırı olsa bile, yürütülmesini doğrudan durdurmamasının sakıncaları gidermek amacı taşımaktadır.
Mahkemece davacının bir istemi olmadan kendiliğinden işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar veremez. İdarenin gücü, onun adına hareket edenlerin gerçek kişiler olmaları nedeniyle yetkilerini kötüye kullanabilmeleri olasılığı ve idari işlemlerin gerçekleştikleri andan başlayarak kanunilik karinesi uyarınca hukuka uygun varsayılıp en azından hukuk alanında etkilerini göstermeleri ve çoğu kez idare tarafından da doğrudan yürütülüp gereklerinin yerine getirilmesi, iptal davalarını yargısal korunma ve hukuk devletinin ve önemli kurumu haline getirmiştir. Hukuk devletinin temel güvencesi olan iptal davalarını çoğu kez anlamlı kılan da, yargı yerinden ancak böyle bir davanın açılmış olması koşuluna bağlı olarak istenebilecek yürütmenin durdurulması kararlarıdır.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi için, idarenin kamu hukuku esaslarına dayanarak, tek yanlı iradesiyle, ilgililerin hukuki durumlarını etkileyecek nitelikte tesis edip, idari işlem olarak adlandırılan idari kararlar, hiçbir makam ve kuruluşun iznine, aracılığına ya da onayına gerek olmaksızın, kendiliklerinden yürütülme özelliğine sahiptirler. İdari işleme karşı dava açılması idari kararların icrai mahiyeti üzerine idarenin resen hareket yetkisine tesir etmez. Bu kuralın sakıncalarını önlemeye yönelik olarak usul hukukunda ihtiyati tedbir olarak kararın yürütülmesinin durdurulması (tehiri icra) yolu kabul edilmiştir.
Hukuka aykırı olan idari işlemler, (yok hükmünde olanlar hariç) idare tarafından geri alınıncaya veya yargı yerlerince iptal edilinceye kadar yürütülmesi zorunlu olma niteliklerini sürdürürler.
Yürütmenin durdurulması kararı; kamu hizmetlerinin devamlılık, kararlılık ve en etkin biçimde yerine getirilebilmesi için idarenin yasalarla görevli kılındığı alanlarda, kamu gücüne dayanarak tesis ettiği işlemlerin, yürütülmesi gerekli olma, icabında zor kullanarak uygulama, hukuka uygun sayılma, herkes tarafından uyulma zorunluluğuna ilişkin niteliklerini, dava sonuna kadar askıya alan, başka bir ifade ile idari işlemlerin sözü edilen vasıflarını işlemez hale getiren ve idare hukukuna özgü bir yargı işlemidir.
Yürütmenin durdurulması kararı, uyuşmazlığı esastan çözümlemeyen, fakat dava konusu edilen işlem ve eylemlerin tesirlerini kesin ve niahi karara kadar askıda tutan idari yargı kararıdır. Hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilen işlemler hukuk düzeninden tamamen silinip gitmezler, sadece hüküm ve sonuç doğurması askıya alınmış olur. Yürütmenin durdurulması kararları davayı ve uyuşmazlığı sona erdirmezler, kesin kararlar değildir, geçici nitelikte bir yargı kararı olup işlemin sonuçlarının doğurması ve etkili olması ertelenmiş olur. Yürütmenin durdurulması kararı ile idari işlemin niteliklerinden olan hukuka uygunluk karinesi askıya alınarak işlemin uygulanması dava sonuna kadar durmuş olur.
Yürütmenin durdurulmasının yargı denetimi kapsamında değerlendirilmesi, anayasadaki hak arama özgürlüğüdür. Hak arama özgürlüğü, kişinin temel hak ve hürriyetlerini korumayı amaçlayan hukuk devletinin temelini oluşturan düzenlemelerden biridir. Bu nedenle yürütmeyi durdurma yargı fonksiyonuna dahil ve hak aramaya ait hukuki yoldur.
Derneklerin Dava Ehliyeti
Medeni Kanun’un 59. maddesinde; dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar denilmekte, derneklerin taraf ehliyeti de bu anda başlamaktadır.
04.11.2004 gün ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 2. maddesinde “Dernek, kazanç paylaşma dışında, kanunlarda yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmeleri suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi toplulukları olarak tanımlanmıştır.” Yönetim kurulu derneğin yürütme ve temsil organıdır. Temsil görevi Yönetim kurulunca üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir. (Medeni Kanun, m.85)
Derneklerin dava ehliyeti, dernek tüzel kişiliğini doğrudan ilgilendiren konularla sınırlıdır. Tüzel kişiler, ancak kendileri ile ilgili davaları takip edebilirler; üyeleri ile ilgili davaları (kural olarak) takip edemezler. Bu durumda derneğin dava ehliyeti ya yönetim kurulunca ya da yönetim kurulunun yetki vereceği temsilci eliyle kullanılacaktır.
Temsil yetkisinin temsil görevi verilen birden fazla sayıda üye tarafından veya bunlardan belli sayıdaki üye tarafından müştereken kullanılması gerektiği kararlaştırılmışsa, dava dilekçesinin bu üyelerin tümü tarafından imzalanması gerekmektedir. Aksi takdirde dava ehliyet yönünden reddedilir.
Bu konuyla ilgili Danıştay kararlarına baktığımız zaman; Erzurum Arabacılar ve Faytoncular Derneği tarafından açılan davada, Danıştay 11. Dairesinin vermiş olduğu kararda; “Dernekler ancak bizatihi derneğin menfaatinin ihlal edildiği hallerde dava açma ehliyetine haiz olup, üyelerinin menfaatinin ihlal eden işlemlerden dolayı kanunda açıkça bir hüküm bulunmadıkça dava açmaları mümkün değildir. 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanununun 22. maddesinin (M) bendinde yer alan, (dernek üyelerinin çalışma koşullarına giren hususlarda haklarını korumak için Resmi ve özel kuruluşlarda gerek teşebbüslerde bulunmak) hükmü derneğe üyelerinin hakların korumak için dava açma yetkisi veren bir hüküm niteliğinde olmadığı cihetle üyelerinden olan arabacıların menfaatlerini ihlal eden kararın iptali isteğiyle Erzurum Arabacılar ve Faytoncular Derneği tarafından açılan davanın Ehliyet Yönünden Reddine karar verilmiştir.”
Danıştay 8. Dairesinin vermiş olduğu bir kararda şöyle denilmektedir; “Bir dernek, dernek tüzel kişiliğini ilgilendiren konularda dava açabilir, dernek üyelerini ilgilendiren konularda ise derneğin üyeleri adına bir avukat gibi dava açma olanağı yoktur.”
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, vesayet makamlarının kararlarına karşı dava ehliyeti, tıpkı başkaca vesayet altındaki kuruluşlarda olduğu gibi tartışmasız olarak kabul görmektedir.Örneğin; Sağlık Bakanlığı’nın Tababet Uzmanlık Yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair Yönetmeliğinin 1. maddesinin iptali istemiyle Türk Tabipler Birliğinin açtığı davayı Danıştay 5. Dairesi esastan incelemiştir. Söz konusu karara göre; “2577 sayılı İYUK’un 2. maddesinin 1. fıkrasının 4577 sayılı Yasa ile değişik (a) bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından iptal davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Tıpta Uzmanlık Eğitimi konusunda yapılacak düzenlemelere katılmakla görevli kuruluşlardan biri olan Türk Tabipler Birliği’nin katılımı sağlanmadan Sağlık Bakanlığı’nca çıkarılan Tababet Uzmanlık Yönetmeliğinin iptali istemiyle dava açabileceği, Dairemizce ve Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunca pek çok davada kabul edilmiştir. Türk Tabipler Birliğinin dava konusu edebileceği açıkça kabul edilen Tababet Uzmanlık Yönetmeliği ile sıkı sıkıya bağlı anılan yönetmelik hükümlerine göre yapılan toplu atama işlemleri ile de menfaat ilgisinin kurulması kaçınılmazdır. Düzenleyici işlemi dava konusu eden Türk Tabipler Birliğinin anılan düzenlemenin sonucunu, uygulama işlemlerini dava konusu edemeyeceğinin kabulü, hukuka aykırılığı saptanan yönetmelik uygulamasının hukuken geçerli sayılması sonucunu doğuracaktır. Tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp gelişmesini sağlamak üyelerinin menfaati ile kamu yararının denkleştirmekle görevli Türk Tabipler Birliğinin, ilgili mevzuat hükümleri ihmal edilip bir kısım meslek mensuplarını ayrıcalıklı konuma yükselten yönetmeliğe dayalı atama işlemlerini irdeleyip dava konusu etmesi, üstlendiği görevin doğal bir sonucudur. Davacı Türk Tabipler Birliği Meslek Konseyi’nin, birlik üyelerinin hukukunu korumak amacıyla dava açabileceğinin esasen yasayla belirlenmiş olan kuruluş amacı göz önünde bulundurulduğunda düzenleyici işlemlerin yanı sıra bu düzenleyici işlemlerin uygulama işlemleri olan atama işlemlerine karşı da dava açma ehliyetinin var olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu itibarla 6023 sayılı Yasa ile verilen görevler bakımından, birliği temsilen Merkez Konseyinin bu davayı açmakta menfaatinin ve dolayısıyla dava açma ehliyetinin olduğu anlaşılarak işin esasına geçildi.
Birliklerin ve Odaların dava açma yetkileri hakkında
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına bağlı ancak tüzel kişiliği bulunmayan meslek odalarının, kurdukları idari işlem niteliğindeki işlemlere karşı açılacak davalarda davalı olabilme ehliyeti ile vesayet makamlarının kararlarına karşı açacakları davalar dışındaki konularda, objektif dava ehliyetinin varlığı konusunda Danıştay, çelişkili kararlar vermekteydi. Örneğin; Danıştay 8. Dairesi bir kararında İnşaat Mühendisleri Odasının davacı taraf olma ehliyetinin olmadığını kabul ederken, Danıştay 12. Dairesi bir kararında Mimarlar Odasının idari davalarda davacı taraf olma ehliyetinin bulunduğuna karar vermiştir. Bu durum bir İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı ile giderilmiştir.
Söz konusu karara göre; “Tüzel kişiliği olmayan idari mercilerin davalı sıfatını kabul etmek, ancak davacı olamayacaklarını söylemek, genel surette usul hukuku ve özellikle idare usul hukuk esaslarıyla bağdaştırılamaz. İdari yapı içinde belli yetki ve görevleri olan kamu idaresi kuruluşlarının tüzel kişilikleri olmasa da, faaliyetlerinden doğan anlaşmazlıklar için kendilerine taraf ve dava ehliyeti tanınmalıdır. Sayılan nedenlerle, Türk Mühendis ve Mimar Odalarının davacı ve davalı olarak taraf ve dava ehliyetleri bulunduğuna 08.03.1979 tarihinde oy çokluğu ile karar verilmiştir.” Bu kararın ardından Mühendis ve Mimar Odalarının dava ehliyeti konusunda tartışmalar ortadan kalmıştır.
Daha sonra 6643 sayılı Türk Eczacılar Birliği Kanununda 08.01.1985 tarihinde 3145 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile tüzel kişilik tanınmıştır. 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanununda 08.01.1985 tarihinde 3144 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle tüzel kişilik tanınmıştır. 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Kanununda, 19.04.1983 tarihinde 66 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle tüzel kişilik tanınmıştır. Son olarak da 18.05.2004 tarihli 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kanununun 4. maddesinde Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Odası, Sanayi Odası ve Deniz Ticaret Odalarına tüzel kişilik tanınmıştır. Böylece bu meslek odalarının objektif dava ehliyeti yönünden sıkıntıları giderilmiştir. Bu mevzuat değişikliğinin ardından Danıştay meslek odalarının dava ehliyeti konusunda doğrudan organik kanunlarına başvurmuştur. İptal davası yönünden, tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşlarının kendi yetki ve görev alanındaki işlerde davada taraf olabilme yeteneğine sahip olduklarını, ana kurala bir istisna olarak kabul etmek yönetimin hukuka uygun hareketini sağlama yönünden yerinde bir yol gibi görünmektedir.